m tamerTeknik Ara Eleman Eğitiminde DUAL Sistemi

ÖZET:

Sanayinin ve diğer bütün branşların ihtiyacı olan ara elemanlar maalesef kâfi derecede yetişmemektedir. Bunun en büyük sebebi orta eğitimdeki çarpıklıktır.

 

 

Liselerden ve Sanat Okullarından mezun olan öğrencilerin hepsi üniversiteye gitmek istiyor. Hâlbuki üniversitelerin kapasitesi bu müracaatların ancak 1/4 karşılayabiliyor. Bu da üniversite kapısında bir yığılma meydana getiriyor. Dolayısıyla her sene bir işsizler ordusu meydana geliyor. İşte böylece bir tarafta genel kültür almış işsizler ordusu diğer tarafta yetişmiş ara eleman ihtiyacı doğmuş oluyor. Diplomalı işsizler ordusuyla ara eleman açığı birbirini tamamen zıddı olan iki olgudur. Bu iki olgu birbirinin çözümü olacağı yerde, toplumumuz için iki ayrı probleme dönüşmektedir.  

BİZDEN VE DÜNYADAN GÖRÜNÜMLER

Gelişmiş ülkelerde bunun çözümü Dual sistemidir. Zorunlu 10 senelik eğitimi bitirenlere, okulları üniversiteye gidip gidemeyeceğine karar veriyor. Üniversiteye gidemeyecek olanlar bir meslek seçip, haftanın muayyen günleri okulda teorik dersleri görüyorlar, kalan zamanda da mesleği ile ilgili bir müessesede çalışıyorlar. Böylece ikili bir sistemle eğitimlerini tamamlıyorlar.

İmalat sektörü mühendisiyle, işçisiyle, ustasıyla, tezgâh operatörüyle bütünleşen bir ekip işidir. Bu ekipte aksayan bir kısım olursa üretim de kendiliğinden aksar. Bugünkü teknolojilerin anahtarı, tamamlanmış bir eğitim ve onun ileri doğru genişletilerek yenilenmesidir. Maksada uygun bir eğitim ve onun devamlı yenilenmesi kuruluşların dünyadaki rekabet gücünü arttırır.

Dünya piyasalarında muvaffak olabilmek için sadece optimal bir üretim kafi değildir. Ayrıca müşteriye satış öncesi ve satış sonrası izahat ve hizmetleri de gereklidir. Bu da günün teknolojilerine vakıf olunarak gerçekleşebilir. Bu gerçekleşme ancak ilme günlük uyumla kabil olabilir. Bu yüzden çağdaş bir sanayi eğitimsiz asla olamaz. Eğitim her şeyden önce konu ne olursa olsun çalışanların aynı lisanla konuşmasını temin etmelidir. Fakat bugün Türkiyede sanayide, eğitim görmüşler bile aynı lisanla konuşamamaktadırlar, bunun da bir an önce halledilmesi gereklidir. Bu görevin üniversitelere ve meslek kuruluşlarına düşeceğini zannediyorum.

Türkçe bir teknik lügatin hazırlanması ve bu tabirlerin okullarda kullanılmasının temini gereklidir.

Bugün Türkiyede ara eleman yetiştiren sadece sanat okullarıdır. Tezgâh operatörlüğü, tesviye, elektrik vs. bölümlerinden yetişenler, arandığı zaman bulunmamakta ihtiyaca cevap verememektedir. Nümerik kontrollü tezgâh operatörlüğü için eleman bulmak ise imkânsızdır.

Türkiyede şu anda bu tip pek çok tezgâh olduğu halde, bütün sanat okullarında bu dersler konulmamıştır, belki de hoca yoktur. Hemen bu branşı okullarda ilave etmek ve pek tabii burada ders verecek hocaları da yetiştirmek gerekir. Montaj yapan elemanlar orta tedrisatta çok az da olsa son senelerde yetişmektedir ama bilgi ve eğitim açısından ihtiyaca cevap vermekten çok uzaktadır. Kısaca söylemek icap ederse sanayiciler bu elemanları kendileri yetiştirmek mecburiyetindedirler. Eğer firma yeni kuruluyorsa bu defa kurulu müesseselerden yüksek ücretle elemanlar transfer etmesi gerekir. Bu tip transfer genelde faydadan ziyade zarar getirir.

Ara eleman açığını ve eğitimimizde bir çarpıklık olduğunu belirtmek için gazeteye herhangi bir sanayi kolunda çalışacak mühendisler, eğitim görmüş ustalar, sanat okulu mezunu genç elemanlar alınacak diye ilan verelim, gelen cevapların şaşırtıcı olduğunu göreceksiniz. Zira neticede müracaat edenlerin %70’i mühendis ve üniversite mezunu, %10-15’i her işi yapabileceğini iddia eden insanlar, %10-15’i sanat okulu mezunu genç elemanlar, % 0-2’si o konuda eğitim görmüş ustalardır.

Burada hemen şu neticeyi çıkarabiliriz.

Sanayinin olduğu yerde izafi olarak çok sayıda mühendis, az sayıda ara eleman yetiştiriyoruz. Bununda manası eğitim piramidi tepe aşağı koyuyoruz ve dengede kalmasını istiyoruz, bu mümkün değildir. İşte bu sebepten ara eleman olarak tabir ettiğimiz insan gücü açığının kapatılabilmesi ve sistemli olarak eleman yetiştirilebilmesi için orta öğretim sistemimizde köklü bir değişiklik yapılması zaruridir. Her sene üniversiteye giriş sınavlarından sonra gazetelerde şu kadar öğrenci açıkta ibarelerini görüyoruz. Bu ifade eğitimimizde bir reform yapılması gerektiğini tamamen açıklamaktadır. O halde bu konuda muhakkak bir şeyler yapmak gereklidir. Bunun ne olduğunu tespit etmek için Almanya, İsviçre, Avusturya gibi gelişmiş ülkelerde neler yapıldığını tetkik etmek yeterlidir. Ben bu ülkelerin yaptıklarının bünyemize uygulanmasını faydalı görüyorum. Başka birileri çıkar diğer Ülkelerdeki durumun daha faydalı olabileceğini söyleyebilir, başka bir grup tamamen başka bir öneride bulunabilir. Öneriler nereden gelirse gelsin, ne olursa olsun toplanıp bu işi Türkiye çapında bilen kimseler arasında münazara edildikten sonra en uygunu alınıp tatbikata geçilmelidir. 15-16 seneden beri Amerika bile bu dual sistemi kabullenmiş ve tatbikata geçmiştir.

Şimdi size yukarda yazdığım ülkelerde bu işin nasıl yapıldığını kabaca özetleyeyim. Bu ülkelerde üniversiteye gidebilmek iyin 12 senelik liseyi bitirmek gerekiyor ama 10. sınıfta öğrencinin üniversiteye gidip gidemeyeceğine okuduğu okul karar veriyor. Eğer üniversiteye gidebilir diyorsa 12 senesini tamamlayarak gidebileceği üniversiteye müracaat ediyor. Boş yer varsa hemen başlıyor, boş yer yoksa sıra veriyorlar 1 sene, 2 sene hatta 3 sene sonra gel diyebiliyorlar. Talebe bu arada okuyacağı mesleği ile ilgili veya herhangi bir işte çalışabiliyor.

Bu suretle liseyi bitiren bir şahsın istediği takdirde muhakkak üniversiteye girme şansı oluyor. Bizim üzerinde durmak istediğimiz, üniversiteye hak kazanamayıp, kısa devre mezun olanlardır. İşte bu şahıslarda aşağıda anlatılacağı gibi ara eleman olarak yetiştirilmektedir.

Bizde ise lise mezunu bir şahıs üniversiteye giremezse şansını bir sonraki sene tekrar deniyor yine kazanamazsa ortada kalıyor. Bundan sonra meslek öğrenmek iyin yaşı da ilerlemiş oluyor. Tabirimizi mazur görün. Deve kuşuna benziyorlar. Deve kuşuna uç demişler deve uçmaz demiş, yük taşı demişler kuş yük taşımaz demiş. Netice itibarıyla genel kültür almış bir işsizler ordusu teşekkül ederken, diğer tarafta sanayi ara eleman sıkıntısı çekiyor.

Gelişmiş ülkelerde her branştaki her firma, tespit edilen miktarda öğrenci eğitmek mecburiyetindedirler. Burada eğitmek mecburiyeti diye bahsedilen işi, firmalar zaten zevkle yapıyorlar ve bunu kendilerine bir görev diye kabul ediyorlar. İsterse firma bir kişinin çalıştığı bakkal dükkânı olsun, isterse binlerce işçinin çalıştığı bir fabrika olsun, muhakkak eğitim için ayırdıkları bir kontenjanları vardır. Bu firmaların eğitime yaptıkları yatırım görülmeye değer.

Firmaların bu işte kazancının ne olduğu sorulabilir. Kazancı çok büyüktür, zira ihtiyaç duyduğu elemanların en iyilerini bunların arasından seçer.

Asıl önemli husussa ülke genelinde sanayinin ancak eğitimle gelişeceği bilincine sahip olunmasıdır. Ara eleman olarak yetiştirilecek olan bu öğrenciler ya İşçi Bulma Kurumu tarafından teste tabi tutularak branşları tespit edilir veya öğrencinin seçtiği konuda kâfi derece yer varsa, o konu üzerinde eğitim yapmasına imkân sağlanır. Öğrenciler firmaların büyüklüğüne bağlı olarak ya bütün 3 senelik eğitimlerini firmada yaparlar veya haftanın muayyen günleri branşlarıyla ilgili okullara giderek eğitimlerini tamamlarlar. Bu 3 senelik eğitimden sonra kalfalık diplomasını alan şahıs isterse, bir yerde çalışmakla birlikte ustalık okuluna devam eder, belli zamanda usta olabilir veya gece üniversitelerine devam ederek, üniversiteyi bitirebilir. Kısacası bu kısa devre mezunları için de üniversite kapıları kapanmamıştır, yalnız yolu değişiktir.

12 Aralık 1992 tarihli VDI’nın (Alman Mühendisler birliği) “Zeitschrift fur ingerirte prouktion technik” adlı mecmuasında “Ara Eleman Yetiştirmekte Hata Yapmaktan Kaçınılmalıdır” başlıklı yazısını burada hülasa etmeden geçemeyeceğim, bu yazı bu mevzuda yapılan bir seminerden sonra yayınlanmıştı.

Ara eleman yetiştirme hedeflerinin seçiminde birçok problemle karşılaşılabilir. Bu problemler şu suallerin cevabında yatar. Hangi yolu seçmeli? Nasıl tatbik edilmeli ve alınan tedbirler nasıl kontrol edilmeli? Bu iş için giderleri kim ödemeli? Alınan tedbirlerle öğrenci, işveren, ekonomi ve bütün toplum nasıl en iyi şekilde faydalanmalı?

İyi bir yetiştirme sisteminde işletmeler gerekli parasal yükü taşımalıdır ve çalışma imkânı sağlanmalıdır. Bu esnada bazı hatalar yapılabilir, birinci hata yetiştirme sistemini sadece teorik derslerin verildiği okullara bağlamakla yapılır. Hâlbuki bu sistem hiçbir zaman alışılagelen bir şey değildir. Zira elle çalışan mesleklerde, iş yerinde eğitim ve yetiştirme, bilginin aktarılması için kayış kasnak sistemi kabul edilmektedir.

Birçok ülkede mecburi eğitimin fazla uzatılmasından dolayı sadece teorik derslerin öğretilmesi, pratik öğrenmeye mani olur ve bu meslek hayatına da bu şekilde devam eder. Bu sistemde şansların eşit olduğu iddia edilmektedir ve meslek hayatına da yansıyacağı düşünülmektedir. Burada prodüksiyon ve rantabıllık istekleri ön safhaya alınmamıştır.

Pratik göstermiştir ki, bütün uğraşlara rağmen, yetiştirme sistemleri işin tabiatından dolayı, gelişmelere ayak uyduramamıştır. Bir cemiyetin çabuk gelişmesi ve elemanlardan her gün istediği şeylerin değişmesinden dolayı bu sistemler daima geride kalmıştır.

İkinci hata eğitimin sadece işyerinde yapılmasıdır. Bu suretle belki işveren için bir müddet faydalı olabilir. Şahıs bir işi öğrenmiştir ve onu yapmaktadır, fakat herhangi bir sebepten iş değiştirmek gerekirse burada şahıs işsiz kalabilir zira başka bir iş öğrenmemiştir.

18.yüzyılda Adam Smith şöyle demişti. “İşçi iş taksimatından dolayı kendi iş kabiliyetinin büyük bir bölümünü kaybetmiştir.” Bugün bürokratik organizasyonların mevcut olduğu işyerlerinde mesleklerin “çok basit işlerin yapılması” şeklinde indirgenmiştir. Bunlar da yapıyı değiştirmiştir. Bir yapıdaki çok önemli bir iş başka bir sektörde çok önemsiz hale gelmektedir. Uzun vadede işsizliğin çoğalması, genelde işverenleri rahatsız etmeli ve düşündürmelidir ki acaba bu organizasyonların şekli, zamanla faydasız grev imal etmesi mantık işi midir?

Üçüncü hata ikinci hatanın daha kompleksi ve aldatıcısıdır. Eğer mesleki görüş açısı sadece teknik görüşle sınırlandırılırsa, bu eğitim sistemi asla kâfi bir yetiştirme düzeni olamaz. Aslında bugün işverenler işçilerden teknik konular haricinde, elle tutulmayan, kendine itimat, uyum, bağımsızlık, sorumluluk, komünikasyon kabiliyetleri gibi yetenekler istemektedir. Ayrıca işçilerin soru sorma kabiliyeti, her an öğrenmeye hazır olma gibi yeteneklere de sahip olması istenmektedir. Zira sınıflandırmada, istenen şeyler her gün değişmektedir.

Avrupa’da, “işletme için eğitim programı” konulu seminere rapor hazırlamak için Avrupa’dan “Avionics” ve Birleşik Amerika dan “Corning Class Works” firmalarından seçilmiştir. Bu arada Motorola firmasında yapılan incelemede, eğitim programı için ayırdıkları 700 bin dolarlık bütçeyi 1.200.000 dolara çıkarmışlardır. Bu parayla bir üniversite rahatlıkla finanse edilmektedir ve neticede de 1.200 kişi bütün dünyada eğitim için dolaşmaktadır.

Dördüncü hata da işte böyle büyük firma programlarının içindedir. Küçük ve orta işletmelerin araştırma ve geliştirme için fazla bir olanakları yoktur. Yetiştirme ve eğitim için olanakları çok sınırlıdır. Eğitim merkezleri ve sanayiciler işbirliği ile bu problem de ortadan kalkar. Mesela İsviçre de Sainte-Craix’deki eğitim merkezi mamullerini ve işgücünü okulun finansmanı için satmaktadır.

İngiltere’de 1500’den fazla kalifiye yüksek mühendis bu eğitim sisteminde çalışmaktadır. (Tending Company Scheme) Bu mütehassıs mühendisler aynı zamanda işyerlerinde çalışmakta ve bilgilerini aktarmakta, kazandıkları maaşların haricinde tecrübelerini arttırmaktadır. Almanya’daki Steinbeis-Stiftung bu eğitim merkezleri için başka bir misaldir. Burada orta ve küçük müesseselere eleman yetiştirirler ve araştırma geliştirme yaparlar.

En iyi yetiştirme sistemi, okulların yetiştirme sistemlerinin ve sanayinin müşterek yaptığı eğitimdir. Burada en önemli rol, işçi organizasyonlarıyla işveren organizasyonlarına düşmektedir. İşverenlere genel ve mesleki eğitimleri tam ve dengeli yapabilmeleri için yardım gereklidir.

DUAL (İKİLİ MESLEKİ ÖĞRENİM) AMERİKA İÇİN NUMUNE OLMUŞTUR.

Amerikanın eski Başkanı Bill Clinton ve onun Çalışma Bakanı Harvard Üniversitesi eski profesörlerinden Robert Reich müştereken bir oluşum başlatmışlardı. Üniversiteye gidemeyen % 70 genç Amerikalıya daha iyi bir eğitim ve daha kazançlı bir iş şansını yaratmak arzusundaydılar.

Bunun içinde 16 ile 19 yaş arasındaki çocuklara okul çağlarında ücretli olarak haftada 15 ile 20 saat mesleki eğitim programı öngörmüşlerdi. Bu işlem şimdiye kadar Amerika için tamamen yabancıydı. Alman mesleki eğitim sistemini numune olarak almışlardı. Clinton eğitim için ayırdığı ilave parayı 3 misli arttırarak 4 senelik gideri 1,2 milyar dolara çıkarmıştı. İşverenler bu eğitim gören öğrencilere 1 saat için 4 ile 6 dolar arasında ödemeleri gerekmekteydi. 5 milyondan az olmayan bu Amerikan gençliği, Almanya’nın ikinci kademenin birincisine tekabül eden, High School bitirdikten sonra, hiçbir mesleki eğitim görmedikleri için kötü kazançlı bir işte çalışmamaktaydı. Bunlar çalıştıkları yerde şansları varsa, işveren tarafından metotlu bir eğitime tabi tutulmadan sadece kendileri işe uyum sağlayabiliyorlardı. Her sene okul bitirmeden okuldan ayrılan 1 milyon öğrencinin de bu suretle daha iyi motive edilebileceği düşünülebilir. Ayrıca bunlara mesleki yönden daha iyi bir mesleki perspektif temin edilmiş olur. İlk önce %10 öğrencinin bu sistemden faydalandığı düşünülürse, 600.000 öğrencinin, daha iyi eğitilen işçi ve tekniker manasına geldiği meydana çıkar.

Siemens şirketinin Amerika’daki başkanı Albert Hoser diyordu ki, başkanın Amerikan gençliği için hazırladığı bu eğitim planı, gençlere daha iyi seçme imkânı verecektir. Albert Hoser 50’li senelerde bizzat Almanya’da Siemens’te bu üç senelik eğitimi gördükten sonra böyle en yukarılara çıkmıştır. Senelik cirosu 5 milyar dolar olan Siemens’in Amerika’daki şirketi Florida ve Kentucky’de bu programı tecrübe etmeye başlamışlardı. Çalışma Bakanı Reich politikacılara, eğitimcilere ve işverenlere durmadan şu şekilde söylemekteydi.

Amerika dünya piyasasında ancak daha iyi eğitim ve devamlılığıyla ayakta durabilir. Eğitimcilerin ve işverenlerin planlı bir şekilde eğitim programı birleştirmesi neticesinde herkes kazançlı çıkacaktır. Ayrıca Reich eğitim sonrası meslek içi eğitiminde çok önemle ele alınması ve düzeltilmesi gerektiğini aksi halde gelecek yüzyılda Amerika’nın gelişmiş diğer ülkelerle rekabeti çok zor olacaktır, demiştir.

Clinton ilk önce 50 kişiden fazla işçi çalıştıran bütün müesseselerden senelik işçi giderlerinin % 1,6’sını eğitim için ayırmasını istedi. Kim buna karşı çıkarsa bu defa aynı miktarı bir fona ödemesi gerekliydi ve bu parayla da bölgesel tatbikat merkezleri finanse edildi. Bu iş Amerikan firmalarına 21 milyar dolara mal olmuştu. Clinton 3 sene içerisinde 2,5 milyon yeni ve ödemesi daha iyi işyeri için söz vermişti. Ama işverenlerin direnmesi üzerine Clinton bu düşüncesinin bir bölümünü erteledi. Ama çalışma bakanı Reich hedeflerinin, yine de işverenlerin aynı miktarı kendi istekleriyle ödemelerinin temini olduğunu söyledi. Büyük ihtimalle, Clinton vergi düzenlemeleriyle bu işe büyük yardımcı olmuştu.

Gelişmiş ülkelerde çağa ayak uydurmak için devamlı meslek içi eğitimler, seminerler yapılmaktadır. Mesleklerdeki her yenilik hemen aktarılmaktadır. Bizde bu konuda maalesef alakalı mercilerde bir faaliyet görülmemektedir. Ancak yaptırım gücü olmayan fakat bu konunun ehemmiyetine vakıf olan müesseseler seyrek de olsa seminer şeklinde çalışmalar yapmaktadır, pek tabi bunlar yapıldığı yerde kâğıt üzerinde kalmaktadır. Bizim bu günkü sistemimizde üniversiteye girme, eşit kabiliyetteki şahıslar için eşit değildir. Zira Türkiye’de son zamanlarda bir “Üniversite kazandırma” sanayi teşekkül etmiştir. Parası çok olanın şansı da çok oluyor. İki imtihan bir çocuğun hayatını tayin etmektedir. Senelerce okuduğu öğretmen ve okulların bu hususta hiçbir hakkı yok. Ayrıca bizde liseye giden her şahsın muhakkak üniversitede okuması, yani yüksek tahsil yapması gibi yanlış bir yönlendirme ve kanaat vardır.

Bir ülkede sadece mühendise, doktora, avukata, iktisatçıya, işletmeciye vs. ihtiyaç yoktur. Aynı zamanda eğitim görmüş kalıpçı ustasına, tezgâh operatörüne, pencereciye hemşireye, hasta bakıcıya, garsona, otel memuruna, kuaföre, bakkala vs. ihtiyaç vardır. Bir tarafta işsizler ordusu yetiştiriyoruz, diğer tarafta ise çalışacak işçi bulamıyoruz. Çok pahalı bir biçimde herkes kendi ihtiyacını kendi metoduyla yanlış, doğru kapamaya çalışıyor. Pek tabi bu çarpık sistemin doğuracağı neticeler de çarpık olacaktır. Bir işyeri açacaksınız bir dilekçe vermeniz kâfi. Ne öğrendiğiniz ne okuduğunuz hiç önemli değil.

Ayrıca bir otomobili ve bir otobüsü kullanmak için muhakkak bir ehliyete ihtiyacınız var, ehliyetsiz asla olmaz. Bu yüzden ceza ödeyebilirsiniz hatta hapse girersiniz. Ama bu vasıtaları tamir için hiçbir eğitime ve hiçbir belgeye ihtiyacınız yok. Eğer tamirci frene hidrolik yerine benzin koysa siz de kaza yapsanız, mesul yine sizsiniz.

Türkiye’de arabayı yanlış tamir edip de ceza gören bir tamirciyi ne gördüm ne de duydum. Ayrıca Ahmet Ağa bakkal, Mehmet Ağa kasap, Kasım Ağa fırıncı v.s. oluyor. Bu sözleri söylerken bu insanları asla küçümsemek için söylemiyorum. Ama bunların temizlikten, hijyenden, bakteriden, pek haberleri olduğunu da zannetmiyorum ve büyük çoğunluğunun da sağlık durumlarının da gıda maddeleri satmaya elverişli olduğuna hiç inanmıyorum. Neyi nasıl yediğimizi bazen gazetelerde okuyoruz. Kısacası Türkiye de herkes her şeyi yapabiliyor, o mesleği hiçbir zaman okulda öğrenmeye ihtiyacı yok. Burada çırak okulları hakkında fazla bir şey söylemek istemiyorum. Ama bunun yukarıda izaha çalıştığım ara eleman açığının kapatılmasına yardımcı olacağına asla inanmıyorum. Yanlış bir uygulama olsa da yine de müspet yönde bir adım sayılabilir.

Eğitimde yaptığımız bu kadar büyük hatalara ilaveten birde İMAM HATİPLİLER ve MESLEK LİSESİ mezunları direk üniversiteye gitsin mi, gitmesin mi? Münakaşasını yapıyoruz. Bence her ikisi de yanlış bunlar tipik at gözlüğü takıp sadece kendi yollarını gören insanların didişmesidir. Eğer Türkiye demokratik bir ülkeyse herkes her istediği branşı seçebilir. Ama bu durumda bunun bir bedeli vardır. İmam Hatipli ve Sanat okullu kendine başlangıçtan itibaren bir meslek seçmiş ve o mesleğin gerektirdiği müfredatı okumuş ancak bu haliyle hukuk, tıp, mühendislik vs. okumak istiyor. Gelişmiş ülkelerde bu olaya MESLEK DEGİŞTİRME denilir ve bir bedeli vardır.

Bizdeki uygulamanın bedeli şöyle olmalı.

İmam Hatip Okulu’nun müfredatı ve düz lisenin müfredatı masaya yatırılmalı, noksan okunmuş dersler ve ismi var olan ama haftalık noksan ders saatine sahip olan dersler de tespit edilmeli, bu noksanlıklar düz liselerde tamamlanıp sınavları kazanıldıktan sonra üniversiteye gitme hakkı kazanılmalıdır. Ama imam hatipli İlahiyat okuyacaksa ve sanat okulu mühendis olacaksa yani kendi branşlarının devamını istiyorlarsa onlara da bir kolaylık gösterilmeli.

Aksi halde liseliler lüzumsuz dersler gördüğü zehabına kapılır ve aynı mantıkla kendilerinin de ilave bir şey istemeden İMAM kadrolarına atanmalarını isterler, zira onlar da eksik fazla lisede din dersi okudular, noksan dersle İmam Hatipli üniversiteyi hak ediyorsa noksan bilgiyle imamlık liseliye helal olur.  

Bu bozuk düzen, bir master plan dâhilinde belli bir zaman içerisinde muhakkak düzeltilmelidir. Günlük ihtiyaçları karşılamak için yapılacak işler faydadan çok zarar getirir.

Kısacası eğitim sistemimizi çok kısa zamanda neşter altına yatırmamız gerekir. Yalnız bu neşteri atacak olanlar muhakkak bu işleri yok iyi bilen, bizzat yaşayan, politik düşünmeyen, laik, ilerici ve Atatürk ilkelerine bağlı kişiler ve kuruluşlar arasından seçilmelidir ve bunlar yapılacak işleri tespit etmelidir. Yoksa her zaman olduğu gibi eğitim işi birkaç bürokrat ve birkaç politikacının eline kalırsa nereye varacağımızı kestirmek mümkün olmaz. Ben burada kıymetli vakitlerinizi aldım ve yüksek sesle düşünerek bizzat zihin sporu yaptım. Yaptığım teklifler ve söylediğim sözler bazılarına ters gelebilir, bu çok doğaldır. Ama asıl mühim olan herkesin de kabul ettiği bu çarpık eğitim sisteminin bir an evvel düzeltilmesinin teminidir.

Aslında biz dual sistemi 40’lı senelerde keşfetmiştik, rahmetli Hasan Ali Yücel, KÖY ENSTİTÜLERİNİ KURDU, BU BUGÜNKÜ MODERN EĞİTİMİN bire bir aynısıdır. Bağnaz zihniyet 50’li senelerde kökünü kazıdı, hâlbuki oradan yetişen bütün talebeler Türkiye’nin her konuda en iyileri olmuşlardı. Kapatılma sebebi kız, oğlan karışık olması ve de söylemeye dilimin varmadığı mantıksız hurafeler.

 

dual sistem

 

SONUÇLAR VE ÖNERİLER

1-         Eğitim sistemimizdeki karmaşa bir master plan dâhilinde en kısa bir zaman içerisinde düzeltilmelidir.

2-         Mecburi eğitim en kısa sürede 10 seneye çıkartılmalı.

3-         Üniversiteye giriş sınavı kaldırılmalı, onun yerine okullarının ve öğretmenlerinin değerlendirilmesine dayanan bir sistem konmalı.

4-         Üniversiteye gidebilecekler 2 sene daha gideceği branşa bağlı bir eğitim almalıdır.

5-         Üniversiteye hak kazanamayanlar Dual sistemine göre ara eleman olarak yetiştirilmeli

Ara elemanlar istedikleri takdirde ve belli bir başarı seviyesini tutturduklarında kendi kollarında yüksek tahsil olanağına sahip olmalılar. Burada ikinci eğitim, açık öğretim, enteraktif eğitim vs. sistemleri kullanılabilir.

6-         Bir işyeri açılırken, o kolda eğitim gördüğü belgelenmelidir.

7-         Üniversite öğretim üyeliğine geçilişin ilk ayağı olan yardımcı doçentlikte, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi kendi alanında sanayide en az 5 sene çalışmış olma ön şartı aranmalıdır. Sadece teori öğretim görevi için kafi değildir. Pratiğe de hakim olunmalıdır.

8-         Bir işyeri açılırken, o kolda eğitim gördüğü belgelenmelidir.

9-         Gelişmiş ülkelerdeki sistemler incelendikten sonra Türkiye’ye uygulama şekli tespit edilmelidir.

10-       Üniversiteler meslek kuruluşları odalar sık sık yenilikleri konu alan seminer ve sempozyumlar yapmalıdır.

11-       Firmalar meslek odaları, sanayi ve ticaret odaları meslek içi eğitim için teşvik ve taltif edilmelidir.

12-       Teknikte herkesin aynı lisanı kullanması için ilgililer arasında mutabakata varılan bir teknik lügat hazırlanmalıdır. Bu suretle Türkiye’de teknikte herkes aynı lisanı kullanır.